Mahsun Kırmızıgül'ün yönetmenliğine olan önyargım ve film hakkında
sağdan soldan kulağıma gelen yorumlar nedeniyle şimdiye kadar izlememiştim
Güneşi Gördüm'ü. Filmin çok da orijinal olmadığı, resmi ideoloji ezberini
tekrar eden bir film olduğu hakkındaydı genelde karşılaştığım yorumlar. Geçen
hafta televizyon kanalları arasında gezinirken bir kanalda henüz yeni başlamış
olduğunu gördüm ve fırsat bu fırsat deyip izlemeye koyuldum.
Fakat dedikleri kadar resmi ideolojiyi tekrarlayan, eleştirmekten
uzak bulmadım filmi.
Kürt halkının yaşadığı sıkıntıları, devlet ve örgüt ideolojisi
arasındaki sıkışmışlığı, sağlıktan eğitime pek çok alandaki yoksunlukları, göçe
mecbur edilmenin zorluklarını aktarmada başarılı buldum. Özellikle de bir sahne
vardı ki bence filmin özeti o sahnede gizli.
Memleketlerinde yaşayabilecekleri her türlü zorluğu yaşayıp
üzerine bir de göçe mecbur bırakılmış bir ailenin en yaşlı ferdi olan dede, en
küçük torunun talihsiz ölümünün ardından diğer torunlarının devlet tarafından
yuvaya yerleştirileceğini öğrenir. Artık torunlarının devletin koruması altında
olacağını, onlara devletin bakacağını öğrendiğinde donup kalır ve korku ve
dehşet dolu bir ifadeyle "devlet mi" der. Halin söyleyebildiğinin
dilin söyleyebildiğini aşıp geçtiği bu sahne bence filmin özetidir.
Tabii bu sahne gücünü sadece o dehşet dolu ifadeden almaz, o
ifadedeki dehşeti daha görünür kılan başka bir hikaye ile kıyasından alır.
Mecburi göç yolculuğu Norveç'te bitmiş olan diğer ailenin başına
nasıl "devlet kuşu" konduğunun hikayesidir kıyası yapılan. Bu
hikayede ailenin küçük oğlunun mayına basarak kopan ayağı Norveç'te kanunlara
uygun ve insanca(!) bir hayatın kapılarını açar aileye. 12 Eylül darbesinin
ardından Norveç'e yerleşmiş olan ve 25 yıldır orada yaşayan erkek kardeş
abisine Norveç devletinin onları kabul ettiğini, oğlanın tedavi masraflarını
karşılayıp bir de kendilerine maaş bağlayacağını anlatır İstanbul'daki dedeye
torunlarının devlet korumasına alındığı anlatılırken. Ve İstanbul'daki
"devlet mi" diyen dehşet ve korku dolu ifade yerini Norveç'de
"maaş mı? Çalışmadan devlet bize maaş mı verecek? Niye ki?"
şaşkınlığına bırakır. Filmin resmi ideolojiye getirdiği en sağlam eleştirinin
bir özeti olur böylece kıyas üzerine kurulu bu sahne.
Ancak Güneşi Gördüm'ün askerler için aynı eleştirelliği
gösterebildiğini söylemem. Askerlik yapmadım ama yapanlardan çok dinledim
kurduğu 3 kelimelik bir cümlede bile en az 5 kez
küfretmeden konuşmayan komutanları. Oysa filmdeki bütün komutanlar
o kadar beyefendi, o kadar kibar, düşünceli ve babacan ki onlara hayran
kalmamak elde değil. Öyle ki bir komutan köylülere köyü boşaltmaları
gerektiğini derin bir üzüntü içinde tebliğ ederken kendi memleketinde onlara iş
bulmayı bile vadediyor. Ve köylüler göç yoluna çıktıklarında öyle bir muhabbet
içinde sarılıp ayrılıyorlar ki izlerken gözlerin yaşarmaması mümkün değil.
Repliklerin yüksek oranda mesaj kaygısı içeriyor olması ise filmin
başından sonuna çok rahatsız edici. Çoğu "eğitim şart" klasikliğinde
klişe mesajlar verme kaygısından kurtulamamış replikler çünkü.
Bir diğer "sok gözüne parmağı" tadında olan şey de
hikayenin ortasına yerleştirilmiş olan gay karakteri. Filmin akışı içinde onun
hikayesi unutulmuş da aralarda kamera ona dönmüş sanki. Ne ara o kadar hızlı
yol alıp kardeşlerinin bile yolda gördüklerinde tanıyamayacağı bir hale
geldiğini takip edemedim doğrusu. Gay kardeş karakteri de mesaj verme
kaygısının bir yansıması gibi: "bunca dramın içinde bir de böylesi
var" denmek istenmiş sanki.
Velhasıl beğendiğim ve beğenmediğim yönleriyle benim izlediğim
Güneşi Gördüm böyleydi. İzlerken "lanet olsun bir türlü
"açılamayan" şu "açılıma"" demekten kendimi alamadım.
Filmin sonunda verilen bilanço da cabası .... Umarım artık Güneşi Gördüm gibi
filmler "True Story" (Yaşanmış Öykü) olmaktan çıkar da filmin sonunda
gerçeklerin acı yüzüyle bir kere daha karşılaşmış olmanın üzüntüsü yerine
harika bir kurgu izlemiş olmanın büyüsü ya da nefes nefese bir macera filmi izlemiş
olmanın heyecanıyla kalkarız koltuklarımızdan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder